Aziz milletim,

Sevgili kardeşlerim,

Hepinizi en derin sevgi ve muhabbetlerimle selamlıyorum.

Dünyanın, iki yıldır doğal hadiselerle boğuştuğu bir dönemden geçiyoruz.

Geçtiğimiz yıl Sibirya, Kanada gibi kutba yakın yerlerde aşırı ısınmalar gerçekleşmişti.

Aşırı sıcaklıklar ve kuraklık yeryüzünün pek çok bölgesinde tarım ürünlerini vurmuştu.

Nem kaybından dolayı Amerika’dan Avustralya’ya, bizde de Akdeniz bölgemizde orman yangınları meydana gelmişti.

Hatırlarsınız güneyimizde ormanlar kuraklık sebebiyle yanarken kuzeyimizde sel felaketleri gerçekleşmişti.

Bir de müsilaj belası yaşamıştık.

Hükümetimiz müsilajı kısa zamanda temizledi.

Orman yangınlarını söndürdü, kısa zamanda zararları gidermeyi de başardı.

Yeni ağaçlar dikildi, dikiliyor…

Yangında ve sellerde evlerini, tarım araçlarını kaybedenlerin kayıpları telafi edildi.

Doğa ekstremleriyle insanları teslim almaya çalışıyor.

İnsanlar da, ellerindeki imkanlarla, hayatlarını sürdürmeye çabalıyor.

Devlet kurumlarının, belediyelerin, kamunun varlığı son teknoloji araçlarıyla insanların gündelik hayatlarını rahatça devam ettirmeleri içindir.

Sert bir kış geçiriyoruz.

Sıcaklık ortalamaları sıfırın altında seyrediyor.

Kar yağışları tüm yurtta etkili oluyor.

Türkiye’miz, birkaç yıldır kuraklık yaşıyordu.

Kuraklığa bağlı olarak baraj seviyeleri düşmüş, orman yangınları artmış, tarım ürünlerinin rekolteleri epey azalmıştı.

İnanıyorum ki bu kar yağışları toprağı, bitkileri canlandıracak, yeraltı su kaynaklarını ciddi oranda besleyecek.

Bu hepimizin beklediği, tüm insanlığın ihtiyacı olan bir rahmet.

Tabi madalyonun bir de diğer tarafı var.

Metropollerde, büyükşehirlerde, özellikle ticaretin, gündelik hayatın, trafiğin çok yoğun olduğu yerlerde kar, bazen hayatı durma noktasına getiriyor.

Türkiye iki haftadır, soğukların ve kar yağışının tesiri altında.

Meteoroloji her bir şehrimize ne kadar yağışın düşeceği ile ilgili tahminlerini son derece net rakamlarla açıklıyor.

Kamu kurumları, belediyeler iş ve işlemlerinde, meteorolojik tahminleri mutlaka gözetmek mecburiyetinde.

Yeri geliyor, çiftçiler, denizciler, muhtelif sektörler, hava olaylarının seyrine göre önceden ikaz ediliyor.

Ama bakıyorsunuz, dünyanın en büyük metropollerinden biri olan İstanbul’da Büyükşehir Belediyesi neredeyse ayakta uyuyor.

Bu nedenledir ki İstanbul, hava tahminlerinden adeta hiç haberi yokmuş gibi, afete hazırlıksız yakalanıyor.

Bunu anlayabilmek, anlayışla karşılayabilmek hakikaten mümkün değil.

İstanbul’da insanlarımız, neredeyse 24 saat yollarda mahsur kaldı.

Asya – Avrupa arasındaki transit yollar resmen kapandı.

Afete, doğanın gücüne insanoğlu karşı gelemez, bunun bilincindeyiz.

Fakat hiç mi hazırlık yapılmaz…

Hiç mi tuz dökülmez…

Hiç mi karla mücadele araçları belli noktalara yerleştirilmez…

İstanbul gibi güzide bir dünya şehri, hakikaten bu aymazlığı, bu sahipsizliği asla haketmiyor.

Muhalefete geçen büyükşehirlerin büyük bölümü, adeta kendi kaderine terk edilmiş durumda.

Başta İstanbul’un belediye başkanı olmak üzere bazı büyük şehir belediye başkanları, siyasi ikballerini düşünmekten, muhalefetin

Cumhurbaşkanı adaylığına hazırlanmaktan asli vazifelerini yerine getirmiyor.

Basiret, feraset, akıl muhalefet belediyelerinden çıkmış gitmiş.

İhtiras, aç gözlülük, şahsi ikbal gözlerini kör etmiş.

İstanbullu kardeşlerimiz, böyle bir ihmali, böyle bir kötü yönetimi asla hak etmiyor.

Tarihin en büyük afetlerinden biri yaşanıyor, İstanbul’un belediye başkanı İngiliz elçisiyle yemek yemeye gidiyor.

Gidebilir…

Belediye başkanı bir elçiyle yemek de yiyebilir elbet.

Ama günler öncesinden gelen bir afet ikazı varsa görevinizin başında olmalısınız.

Kaldı ki bu, o zatın ilk vakası da değil.

Sel oluyor, kar fırtınası oluyor belediye başkanını ara ki yerin yerinde bulasın.

Üzerine vazife olmayan işlerin peşinde şehir şehir geziyor.

CHP belediyeciliği işte hep böyle… kendi işini yapma, milleti mağdur et ama seni ilgilendirmeyen konularda ise durmadan ahkam kes, ona buna laf yetiştir.

Bu tür insanlara şunu sormak lazım:

Şimdi şehrinizin, işinizin başında olmayacaksınız da ne zaman olacaksınız?

Sorunsuz günlerde…

Tam da CHP zihniyeti bu.

Sorun çıktığında CHP’liler sıvışır, iktidar ortalığı düzelttiğinde kahraman edasında, mangalda kül bırakmayacak şekilde konuşmaya başlarlar.

Bunlar güzel günler siyasetçisi…

Bunların işi gücü laf kalabalığı…

Konforlu koltuklarından 15 Temmuz’u izleyenler, elbette kar felaketini, insanının yaşadığı rezilliği de balıkçıda yemek yiyerek keyifle seyreder.

Tabi, felaketten o kadar habersiz de değiller.

Kendi geçtikleri yerlerin karla mücadele aracıyla temizlenmesini örgütleyebilmişler.

Kıymetli kardeşlerim,

Hizmet, kalkınma, büyüme bu CHP zihniyetinin işi değil.

Hizmet AK Parti’nin işi…

Hizmet, AK Parti belediyeciliğinin adı.

25 yılı geçen tarihinde AK Parti belediyelerinin bulunduğu yerlerde bu hezimetlere, bu mahrumiyetlere, bu skandallara rastlayamazsınız.

Çünkü bizim belediye başkanlarımızın timsali Cumhurbaşkanımızdır.

Cumhurbaşkanımızın halkın içinden gelen, sokağın nabzını tutan, sorunlarını bizzat takip eden siyaset anlayışını belediyelerimiz aynen uyguluyor.

Yılların tecrübesiyle, birikimiyle aklını, gönlünü yalnız milletine vererek siyaset yapıyoruz, hizmet götürüyoruz.

Daha kar yağmadan sokakları arşınlayan, hazırlıklarını yapan bir belediyeciliktir bizimki.

Sosyal yardımlardan şehirleri güzelleştirmeye kadar şehri yaşayan, şehri iliklerine kadar hisseden bir belediyecilik bizimki.

Sorunları angarya, insanları yük gören muhalefet belediyelerinin karnesi ortada.

Milletimiz belediyelerde ve iktidarda yaptıklarımızı takdir ettiği için tüm seçimlerde bize destek verdi.

Şanlıurfa’da belediyeyi kazanması halinde elektriği bedava vereceğini söyleyen Kılıçdaroğlu, İstanbul’un, Ankara’nın halini bir görsün.

Gerçekçi olmayan vaatlerle milletin aklını çeleceğini zannediyorlar.

Bu millet, kimin gerçekten çalıştığını, kimin sahnelere oynadığını çok iyi görüyor, biliyor, yaşıyor.

İş yapmadığı halde çalışıyor propagandası yapanların foyası gün geçtikçe çıkıyor.

Siyaset akıl işi, fikir işi.

Türkiye’nin önünde çok büyük yollar, çok büyük fırsatlar var.

Küresel siyasette taşlar yerinden oynar, yeni dengeler kurulurken bu akıldan ve izandan yoksun, sorumsuz siyasetçilerin Türkiye’yi yönetmeye talip olması bizim için zul’dür.

2023 seçimleri ülkemiz için ciddi bir dönüm noktasını oluşturuyor.

Dünya siyasetinde, küresel ekonomide kutup başlarından biri olmaya aday Türkiye için Cumhurbaşkanımızın, AK Partili belediyelerin, AK kadroların ne kadar büyük bir avantaj olduğunu milletimiz görüyor, takdir ediyor.

Sevgili kardeşlerim,

Türkiye’de artık marazi hale gelen bir Erdoğan ve AK Parti karşıtlığı var.

Geçtiğimiz hafta bir kadın gazeteci Cumhurbaşkanımıza ağır bir hakarette bulundu.

Bırakın Cumhurbaşkanını, sıradan bir insana bile bu sözleri söyleyemezsiniz.

Fakat öyle bir özgürlük, güya ifade hürriyeti tanımı yapıyorlar ki, ettikleri küfürü, hakareti basın özgürlüğü diye yutturmaya çalışabiliyorlar.

Eleştirmek, muhalefet etmek, fikirlerini açıkça söylemek bizim kırmızı çizgimizdir.

Biz, düşüncelerimiz için çok cezalandırıldık.

Biz, bu ülkeye dair sözlerimiz, projelerimiz nedeniyle vesayetçilerden çok çektik.

Kimse düşüncelerinden dolayı cezalandırılamaz.

Kimse basın hürriyetini engelleyemez.

Düşüncenin, söz söylemenin önündeki engelleri kaldıran biziz, bizim iktidarımız.

Fakat bakıyorsunuz bu gazetecinin sözlerine içinde ne düşünce var, ne haber, ne yorum var…

Yalnızca hakaret…

Üstelik bu ahlaksız sözleri, ahlak dersi verenler savunuyor.

Daha da kötüsü bu hakaretleri muhalif kimliğini ekleyerek meşrulaştırmaya çalışıyorlar.

Halbuki gazeteci “gerçeğin peşindedir”.

Haberci gerçeğin bekçisidir.

Basın, taraf tutmadan hadiselerin iç yüzünü, görünenin arkasındaki gerçekliği araştırır.

Medyanın alamet-i farikalarından biri araştırmak, tarafları dinlemek, olanı tespit edip vatandaşa aktarmaktır.

Kulaktan dolma bilgiyle, tek taraflı haber kaynağının suflesiyle, bir siyasi görüşün kanaatini haber diye sunmak gazeteciye yakışmaz.

Üstelik yargısız infaz, itham, iftira… hele küfür, hakaret, aşağılama dilinin basın yayın organlarında katiyen yer bulmaması gerekir.

Biz yaptık oldu…

Benim dediğim doğru…

Ben söylerim ama aynı şeyi kimse bana söyleyemez… gibi bakış açısı, bu üsttenci tutum, bizim reddettiğimiz eski Türkiye’nin halka ve siyasilere tepeden bakan üslubunu yansıtıyor.

Geçmişte, manşetlerle iktidar deviren, darbelerin fitilini ateşleyen, ihaleler koparan medya operasyonları yapılıyordu.

Şimdi bu gazetecilik türünü iktidar olarak biz daha fazla demokrasi diyerek, vesayete geçit yok, diyerek bitirdik.

Bu zihniyetin kalıntıları Televizyonda yaptıkları yorumlarla, attıkları tweerler siyasete yön verebileceklerini zannediyorlar.

Halkın düşüncesinin hilafına konuşmalarıyla hükümeti parmaklarında oynatacaklarına hala inanıyorlar.

Demokrasilerde nasıl, yasama, yargı, yürütme kendi faaliyet sahalarıyla sınırlanmışsa medya da kendine çizilen alanda çalışabilir.

Gerçeğin peşine düşebilirsiniz ama gerçeği siz belirleyemezsiniz.

Olayların nedenlerini araştırırsınız ama olayları siz çıkaramazsınız.

Yargının aldığı kararları haberleştirir, varsa sorunları aktarırsınız ama yargıyı yargılayamazsınız.

Cumhurbaşkanının aldığı kararları gündeme taşırsınız, sorgularsınız, konuşur yorumlarsınız, hatta beğenmediğinizi söyleyebilirsiniz ama hakarette bulunamaz, küfür edemezsiniz.

Türkiye’de siyasetin temel sorunu bir yanlış, gayrı ahlaki bir durum sözkonusu olduğunda onu sahiplenme ya da reddetme psikolojisine girmesi.

Halbuki anlamayı denemeliyiz.

Kutuplaşmanın panzehiri anlamak, dinlemek, konuşmaktır.

Toptan red ya da toptan kabul ihtilaflarımızı çoğaltmaya götürür.

Neye karşı çıktığını bilmeyen gibi neye, niçin destek verdiğini bilmeyenlerin olduğu ortamda kutuplaşma kaçınılmaz hale gelir.

Muhaliflerin, bize oy vermeyenlerin bizim yaptığımız eserleri, hizmetleri keyifle kullanırken aynı zamanda yersiz sert ifadelerle muhalefet etmeleri bu psikolojiden ileri geliyor.

Bizim kutuplaştırma, ayrıştırma gibi bir kaygımız, amacımız yok.

Tam tersine insanları Türkiye ortak paydasında birleştirmenin mücadelesini veriyoruz.

Aynı sofranın etrafında milletimizi birleştirmenin derdindeyiz.

Kimseyi dışarda bırakmadan, aynı ekmeği bölüşmenin, paylaşmanın, kucaklaşmanın peşindeyiz.

Demokrasiyi güçlendirdikçe, muhalefeti de demokratlaştırdıkça bu kucaklaşmayı sağlayacağız.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinizi saygıyla, sevgiyle selamlıyorum.

Kalın sağlıcakla.