Yangınlar milletçe hepimizin yüreğini dağlıyor. Sadece Türkiye’miz yanmıyor. Başka Avrupa olmak üzere dünyanın farklı yerlerinde de peşpeşe korkunç orman yangınlarının yaşandığı bir süreçteyiz. İnsanlık, küresel ısınmanın, doğada yapılan tahribatların ve ihmallerin bedelini ödüyor. Aşırı sıcaklarla birlikte muhtelif ülkelerde yangınların sökün etmesi bunu gösteriyor.

1990’larda çokça zikredilmeye başlanan küresel ısınmanın doğru olduğunu, gaz salınımı, kimyasal maddeler, sanayi atıklarının arıtılmaması gibi pek çok bileşenin sellere, yangınlara, buzulların erimesine neden olduğunu artık tüm dünya açıkça görüyor. Nitekim bizler de ülkemizin kuzeyinde sel ve heyelan felaketleri, güneyinde orman yangınları, denizlerimizde müsilaj, insanlarda korona salgını ile mücadele ediyoruz. Doğa adeta insanlıktan intikam alıyor!

Türkiye’miz, yüksek bir ülke olması hasebiyle, heyelana, sele, erozyona, her tür afete zaten açık bir ülke. Gerekli önlemler tabii ki alınıyor. Ama afetlerin boyutlarının bu önlemleri yetersiz kılması da söz konusu olabiliyor. Yangınların, Avustralya’dan ABD ve Avrupa’ya pek çok ülkeyi çaresiz bıraktığı günler yaşıyoruz. Kanada geçtiğimiz aylarda neredeyse 50 derecelik bir çöl sıcağına muhatap oldu. Küresel düzeyde etkisini hissettiren bu felaketlerde, kapitalist tüketim ve işletmeciliğin salt kazanç uğruna çevrede yol açtığı tahribatların da büyük payı var.

Yangınların en büyük handikaplarından biri de rüzgarlar. Yalnız bizde değil Avustralya’da, Batıda buna şahitlik ettik. Rüzgarın olduğu bir ortamda yangın uçaklarının müdahalesi bile maalesef fazla bir işe yaramıyor.

Yangınlar, elbette sadece küresel ısınmadan kaynaklanmıyor. İhmal ve kusurlar yangına yol açabildiği gibi bazen bir sabotaj da olabilir. Bu nedenledir ki ülkemizdeki yangınların her biri titizlikle inceleniyor. Bir ihmal ya da bir fail söz konusuysa, bu elbette ortaya çıkarılır. Yargı da gereken cezayı verir. Yangın çıkarmak, yangına sebebiyet vermek, sadece maddi hasardan ibaret değildir. Can kayıplarına sebep olan, doğa ve insanlık düşmanlığının göstergesi olan bu tür bir cürmün failleri elbette cezasız bırakılmaz.

Yangınlar nedeniyle milletçe hepimizin derin üzüntü içinde olduğu bu atmosferin provokasyonlara alet edilmesine, halkımızın birbirine düşürülmesine asla izin veremeyiz. Siyasi görüşümüz ne olursa olsun, ırkçı söylemlerle fesat peşinde koşanların, etnik düşmanlığı körüklemeye çalışanların oyununa gelmemeliyiz. Bu tür ortamları terör örgütlerinin de kullanabileceğini, toplumsal huzuru bozmak için etnik ayrışmayı körükleyebileceğini aklımızdan çıkarmamalıyız.

Doğa ve çevreyi korumak, tüm insanlığın meselesidir. Ülkemiz bazında konuşacak olursak, vatan toprağına nasıl hep birlikte sahip çıkıyorsak, 83 milyon olarak doğa ve çevreye hep birlikte sahip çıkmak zorundayız. Bu tür konuları bir siyaset malzemesi yapmanın, siyasi rakibi yıpratma umuduyla olayları çarpıtmanın, provokasyon peşinde koşmanın son derece yanlış olduğu ortadadır. Yaşanan yangınlar, bizim insanlarımızın felaket anlarında tüm farklılıkları bir kenara iterek nasıl birbirinin yardımına koştuğunu bir kez daha gösterdi. Birlik ve beraberliğimizi bozmayı, insanlarımızı birbirinden ayrıştırmayı, bununla da yetinmeyip birbirine düşürmeyi hedefleyen provokasyonlara itibar etmemeliyiz.

Adaletli bir gelir dağılımının olmadığı bir dünyada, savaşların, çatışmaların yaşandığı, yoksulluğun arttığı ortamlarda göç de kaçınılmaz bir tercih haline geliyor. Bu sorun elbette bizim ülkemizi de etkiliyor. Ancak işsizlikten orman yangınına varana dek her olayın faturasını yalan yanlış iddialarla hemen göçmenlere kesmek, son derece tehlikeli bir yaklaşımdır. Bunun adı, yabancı düşmanlığıdır. Avrupa ülkelerinde bazı siyasetçilerin ırkçı söylemlerinin ve yabancı düşmanlığının, farklı bir şekilde de olsa bizim ülkemizde de filizlenme belirtisi göstermesi endişe vericidir.

Son aylarda özellikle ABD’nin Afganistan’ı terk etmesi, Taliban’ın ilerlemesiyle Afganistan’dan zaten var olan göçler artmaya başladı. Cep telefonuyla yapılmış bazı çekimlerin sosyal medyada gizemli ve abartılı sunulması, toplumsal korkuya yol açabiliyor. Taliban’dan kaçanlar, Afganistan’ın sınır komşuları olan İran ve Pakistan’a yığılmış durumdalar. Bunların bir bölümü Yunanistan üzerinden Avrupa’ya ulaşmak umuduyla transit olarak bizim ülkemizden geçmeye çalışıyor.

Sorunları çözmek istiyorsak, öncelikle teşhisi doğru koymak ve o doğrultuda en iyi çareyi bulmak zorundayız. Sorunları reddetmek, yok saymak ile mesafe alınamıyor. Örneğin Suriyeliler ile Afganlıları aynı kategoride değerlendirmek doğru olmaz. Suriyeliler fiili bir Esed tehdidinden kaçıp bize sığınmışlardı. Afganları ise Afganistan’dan ABD’nin çekilmesi, Taliban’ın ilerlemesi gibi faktörlerin etkisiyle hızlanan bir göç dalgasının uzantısı olarak görmek gerekiyor.

Göçmenlerin varlığı, yabancı düşmanlığını meşrulaştırmaz. Hatırlarsanız, 2008’deki ekonomik krizinden sonra Batıda İslam-mülteci-yabancı düşmanlıkları başlamasına tanık olmuştuk. Şimdi de Türkiye’mizde, özellikle salgının yol açtığı ekonomik zorlukların da katkısıyla, bazı siyasetçilerin en zayıf halka olan yabancıları hedef tahtası haline getirdiklerini görüyoruz.

Yabancıları, gençlerimizin işsiz kalmasının sebebi gibi göstermek, gerçeği çarpıtmaktan başka bir şey değildir. Türkiye’mizde ara eleman ve alt hizmet dallarında personel sıkıntısı yaşanıyor. Tıpkı ABD ve Avrupa’da olduğu üzere bizde de, ara ve alt eleman ihtiyacının, göçmenlerin istihdamıyla karşılanmaya başlandığını görüyoruz. Nitekim esnaf ve zanaatkarlarımız bazı işler için Suriyelileri istihdam etmek durumunda kalırken, hayvancılık sektöründe çalışanlar arasında da Afganların ön plana çıktığını müşahede ediyoruz.

Dolayısıyla, Suriyeliler veya Afganlar üzerinden ırkçı söylemlere başvurmak, siyasi rant elde etme umuduyla toplumsal huzuru dinamitlemekten başka bir şey değildir. Milletimiz bu hususta duyarlı olmalı; yabancı düşmanlığını körükleyenlere itibar etmemelidir.

Her sorun elbette bazı sıkıntıları da beraberinde getirebilir. Ama unutmayalım ki bizim milletimiz tarih boyunca mazlumlara ve ihtiyaç sahiplerine daima el uzatmıştır. Nitekim ülkemiz de garibanlara, sürülenlere ve zulme uğrayanlara kapılarını açmaktan yüksünmemiştir.

Savaş ve kaos ortamında canlarını kurtarabilmek için sınırımıza dayanmış insanlara kapılarımızı kapatmak, onları ölümle başbaşa bırakmak, insanlıkla bağdaşmaz. Ülkemize sığınmış durumdaki bu Suriyeliler, memleketlerindeki savaş ve kaos ortamı nihayete erdiklerinde elbette geri döneceklerdir. Ama bizde kimi siyasetçiler, muhalefet yapma adına hadiseleri tümüyle çarpıtmaktan çekinmiyorlar. Onları dinleyen zanneder ki Türkiye, ülkemizdeki tüm yabancı göçmenlere maaş veriyor! Tabii ki böyle bir durum söz konusu değil. Külfet paylaşımı konusunda, yeterli düzeyde olmasa da Birleşmiş Milletler’in ve Avrupa Birliği’nin de katkıları var. Kamplarda kalanların sayısı eskiye kıyasla artık çok azaldı. Sığınmacıların kahir ekseriyeti, ekonominin içinde çalışarak kendi ekmek paralarını kendileri kazanıyor. Bu gerçekleri görmek, insanlarımızı doğru bilgilendirmek lazım.

İktidarı karalamak adına yalan yanlış iddialar ortaya atmak, siyaset değildir. Bunun adı muhalefet de olamaz. Ama bazı siyasetçilerimiz maalesef bu kötü alışkanlıktan kurtulamıyorlar.